6 Ocak 2016 Çarşamba

MEHMET AKİF ERSOY’UN TASAVVUFİ DÜŞÜNCESİNİN ŞİİRLERİNE YANSIMASI AHMET AVCI Celal Bayar Üniversitesi, Demirci Eğitim Fakültesi, Türkçe Öğretmenliği, 2. Sınıf Lisans Öğrencisi


1)MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI

Mehmet Akif Ersoy 20 Aralık 1873’te İstanbul'da, Fatih ilçesi Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Babası, ona ebcet hesabıyla doğum tarihini ifade eden "Ragîf" adını verdi. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi.[1]
İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. İki yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde hep birinci oldu.[2]
Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetti. Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaparak aileyi bu eve yerleştirdi.[3]
Mehmet Akif öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu.  Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında arttı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Daha sonra bu okulda Türkçe öğretmenliği yapacaktır. Resimli Gazete’de Servet-i Fünun Dergisi'nde şiirleri ve yazıları yayımlanacaktır.[4]
Mehmet Akif’in hem öğrencilik hem de hocalık yaptığı bu mekânda bugün İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi hizmet vermektedir. Mehmet Akif ve arkadaşlarının yemekhane salonu bugün İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mehmet Akif Ersoy Fuaye Salonu olarak kullanılmakta, iç kapı üzeri ve çevresini tam kıtalarıyla İstiklâl Marşı ve Akif’in büyük portresi süslemektedir. Aynı kampüste Mehmet Akif Ersoy Tarım Müzesi de yer almakta ve gençlere her fırsatta büyük şairimizi hatırlatmaktadır.[5]
II. Meşrutiyet’in büyük etkisinde kalan Akif, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin’in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Balkan Savaşı, Çanakkale Muharebeleri ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde çeşitli görevlerde bulunup,  Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağanos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü.[6]
1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Akif, 500 lira ödül konularak açılan İstiklâl Marşı yarışmasına başta katılmadı. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Beyin teşvikiyle ikna oldu. Onun orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45’te Milli Marş olarak kabul edildi. Akif, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır kurumuna bağışladı.[7]
Kurtuluş Savaşı ve zafer sonrası uzunca bir süre Mısır’da yaşayan Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti, Edirnekapı Şehitliğinde yatmaktadır. En önemli iki eseri İstiklal Marşı ve şiirlerini yedi kitap halinde topladığı Safahat’tır.[8]

2)MEHMET AKİF ERSOY’UN TASAVVUFİ DÜŞÜNCESİ

Akif hiçbir zaman gerçek mutasavvıflara ve tasavvuf düşüncesine karşı olumsuz bir tavır takınmamıştır. O'na göre gerçek mutasavvıflar İslam'ın birer dinamik temsilcisidir. Şairimiz bu tavrını zikri geçen büyük zatlardan aldığı kıssaları Safahat'ında şiirleştirerek ortaya koymuştur. Akif de diğer birçok şair gibi mutasavvıf olmadığı halde tasavvufi kavramlardan bir kısmını benimseyerek şiirlerinde kullanmıştır.[9]
Ertuğrul Düzdağ, "Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun şırayı" mısraı ile başlayan şiirinden yola çıkarak Akif’in tasavvuf ve tasavvuf felsefesine karşı olduğunu ifade edenlerin haksız olduğunu şu sözleriyle dile getirmektedir: "ilk bakışta bu beyitlerin tasavvuf aleyhinde yazılmış olduğunu zannedenler yanılırlar. Bundan maksat, hiçbir zaman olgun tarikat mürşitleri ve onların meslekleri değildir.[10]
Eşref Edip de Mehmet Akif isimli eserinde Düzdağ'ın görüşünü teyit ederek şöyle demektedir: "Akif’in karşı olduğu ve eleştirdiği tasavvuf, İslami ölçülere muhalif olan batıni tasavvuftur. O gerçek tasavvufu bundan ayırmıştır. Mesela O, Gazali'nin kudreti önünde eğilir, Mevlana'ya hayranlığını açıkça ifade ederdi.”[11]
Akif tasavvufun özellikle vahdet-i vücud mesleğinin arkasına gizlenerek haramı, meskeneti, dünyaya boş vermişliği telkin eden ve genellikle referans olarak da Hafız Divan'ını gösteren "ibahiyye" mensuplarını hedef almıştır. O, Süleymaniye Kürsüsünde, hem Hafız (792/1390)'a, hem de onun Divan'ını bir çeşit fetva kitabı gibi kullanan ve tasavvuf kisvesi altında "mey ü mahbup" edebiyatı yapan şairlere şiddetle karşı çıkmıştır.[12]
Birinci Safahat'ta şair kendisine bir mesuliyet ideali aramaktadır. İkincisinde zihnine didaktik bir karakter vermiştir. Sonraki üç Safahat'ında, dış dünyadan hareket ederek kendi iç dünyasına kapanan, kendi benliğine temasın yakıcı sızılarını duyan bir sanatkârın feryatlarını dinleriz. Asım, bu çile devrinden çıkmayı andırır. Evvelki, çılgın ve ateşli mürit onda olgunlaşmış, muradına ermiş bir mürşit durumundadır. Altıncı Safahat'ta nazım gibi şiirin, hayat gibi hikmetin, insanlık gibi milliyetin kemal derecesini bulan ve onun hayat anlayışının ve dünya görüşünün tam bir sentezini müşahede ederiz. Rabbini arayan ruhun çile ve dua döneminden murada erme devresine geçtiği eseridir. Allah'a intikal için hazırlık tamam olmuştur. Yedinci Safahat'ı ise, ideal âlemi arayışın en kuvvetli terennümlerini, mistik bir ruhun feryatlarına sarılmış olarak buluruz.[13]
Akif, "Gece, Hicran ve Secde" şiirlerinde vahdet-i vücut felsefesini şiirleştirmiş ve adeta burada mistik şahsiyete bürünmüştür. O, burada Allah'a olan derin özlemini anlatıyor, onu görmemenin hasretiyle yandığına işaret ediyor. Akif’in bu şiirleri, onun içine düştüğü yeissin verdiği ıstıraptan kurtulmak için, maddi varlığından nasıl uzaklaşmaya çalıştığını ve bir derviş edasına büründüğünü göstermektedir.[14]
Hatta Akif 23 Mart 1341 tarihli mektubunda içinde bulunduğu durumu açıklamak maksadıyla şöyle demektedir: "Dervişliğe istidadım, alabildiğine artıyor."27 Akif, secde şiirini kendisine okuyunca, Hasan Basri Bey, "Üstat, siz vadi değiştiriyorsunuz sanırım" demekten kendini alamamıştır. Hasan Basri Bey bu soruyu hayret ve şaşkınlıkla sormuş olmalı, çünkü şiirlerini yakından ve yaşayarak takip ettiği üstadı gerçekten vadi değiştirmiştir. Akif’in cevabı şu olur: "Hayır Kardeşim! Benim asıl vadim budur. Şimdiye kadar neşrettiklerim cem'iyet-i beşeriyyeye hizmet için yazılmış manzumelerdir."[15]
İslam’da tasavvuf olarak bilinen mistiklik, dış hayatımızdan muayyen hareketler halinde tatbik edilen kaidelerden, iç hayatın tecrübelerine geçiştir. İlahi bir kaynaktan gelerek içimizde yaşanan böyle bir sezgi sayesinde Akif, "Gölgeler “deki son şiirlerinde, vahdet-i vücud değilse de, vahdet-i şühud mertebesine ulaşmış bulunuyordu. Mümin Allah' ı eserleriyle tanır. Mistik bu bilgi ile tatmin olmaz. Çünkü o, mutlak varlığın temaşası âşıktır. Akif’te bu hasret daha önce de varlığını hissettirmişti.[16]

3)MEHMET AKİF ERSOY’UN TASAVVUFİ DÜŞÜNCESİNİN ŞİİRLERİNE YANSIMASI

O, Süleymaniye Kürsüsünde, hem Hafız (792/1390)'a, hem de onun
Divan'ını bir çeşit fetva kitabı gibi kullanan ve tasavvuf kisvesi altında "mey ü
mahbub" edebiyatı yapan şairlere şiddetle karşı çıkmıştır. Akif bâtınimizin bir kolu olan
ibahiyye için şöyle demektedir:[17]

"Koca millet! Edebiyatı ya oğlan, ya karı...
Nefs-i emmare hizasında henüz duyguları
Sonra tenkide giriş: hepsi tasavvufla dolu
Var mı sufiyyede bilmem ki ibahiyye kolu.
İçilir türlü şenaatler olur bi-perva
Hafız'ın ortada Divan' ı kitabü'l-fetva:
"Gönül incitme de keyfin neyi isterse becer!
Urefa mesleği; a'la, hem ucuz hem de şeker."[18]

Akif’in idealist sanatının sonunda bu mistik temaşa hasreti kendisinde bir
ihtiras haline geldi. Sadece şekilden ibaret bir din onu tatmin etmiyordu. İlahi temaşaya ulaşmadıktan, ona yaklaşmadıktan sonra, sadece bir vasıta olan ibadet hayatında kalmanın ne manası vardı?[19]

"Nedir manası, ma'bud olmadıktan sonra, mihrabım,
Rükûun, haşyetin, vecdin, bütün biçare esbabın?"[20]

Aşağıdaki dörtlükte görüldüğü gibi Akif, tasavvufta çokça kullanılan birkaç kavramı bir arada kullanmıştır. O, gözlerin Allah Teala'dan başkasını görmemesini,
vecde gelip, âlem-i kesretten uzaklaşarak âlem-i vahdete dalmasını, halkın değil, her
şeyin yaratıcısı olan Halık'ın müşahede edilmesini istemektedir:[21]

"Dalgalansın da denizler gibi kalbinde celal,
Görmesin didelerin reng-i siva, reng-i zılal.
Vecde gel, vahdete dal, âlem-i kesretten uzak...
Yalınız Sani'i gör, san ‘atı masnuu bırak!"
"Bakarsın her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i ruşen!
Sema bidar ve her yıldız cemalullah'a bir revzen. "[22]

Safahat'tan örnek olarak aldığımız yukarıdaki tasavvuf ve mutasavvıflarla
alakah beyitleri Akif’in tasavvufi neşveden ve mutasavvıflardan ne kadar
etkilendiğinin bir göstergesi sayılabilir.[23]

1-)SONUÇ

Mehmet Akif Ersoy, dünyanın en çalkantılı zamanında yaşamış olmanın verdiği tecrübe ve sorumluluk sahibi olmasının getirisi olarak edebiyat dünyamıza adını altın harflerle yazdırmıştır. Gerek vatanperverliği gerekse İslamcılık görüşüyle çok nadide eserler vermiş olup, büyük hizmetleri dokunmuştur. Edebi anlayışı eski şekilde sürdürmüşse de işlediği temalar hep güncel konular üzerine olmuştur.
Tasavvuf anlayışını ise dönemindeki sanatçılardan farklı olmuş ve yeni bir boyut kazandırmıştır. O zamanın mutasavvıflarını yerden yere vurmuş ve çeşitli kısımlardan tepki almıştır. Fakat sonradan da görmekteyiz ki yerme konusunda haklı olduğunu, bazı tarikat liderlerinin Osmanlı devletinin yıkılış sürecinde gerekse cumhuriyetin kuruluş aşamasında ülkeye ne kadar zararlar verdiklerini tarih derslerimizde görmekteyiz.
Mehmet Akif Ersoy, İslam dininin asla gericiler için bir dayanak olmadığını, aksine aydınlıktan yana çalışkanlığı teşvik ettiğini hep dile getirmiştir. Bu meseleyi dönemin sanatçılarından fazla eserlerinde işlemiş, tasavvuf konusuna yeni bir hava katmıştır. Onun bu özelliği edebiyat eleştirmenlerince tüm dönemler içerisinde yaptıkları değerlendirmelerinde Mehmet Akif Ersoy’u en başarılı sanatçılardan birisi olarak kabul görmesine yol açmıştır. Bu bakış açısıyla ele alırsak tasavvufi remizleri birer altın değerindedir.

KAYNAKÇA
1-)  http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
2-)  http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi: 05.01.2016





[1] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
[2] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
[3] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
[4] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
[5] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
[6] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
[7] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 26.12.2015
[8] http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim Tarihi: 30.12.2015
[9] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[10] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[11] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[12] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[13] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[14] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[15] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[16] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[17] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[18] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[19] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[20] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[21] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[22] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016
[23] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim Tarihi:5.01.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder