1)MEHMET
AKİF ERSOY’UN HAYATI
Mehmet
Akif Ersoy 20 Aralık 1873’te İstanbul'da, Fatih ilçesi Sarıgüzel mahallesinde
dünyaya geldi. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine
Şerif Hanım; babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet
Tahir Efendi'dir. Babası, ona ebcet hesabıyla doğum tarihini ifade eden
"Ragîf" adını verdi. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve
annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi.[1]
İlköğrenimine
Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. İki yıl sonra iptidai
(ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine
Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii'nde Farsça
derslerini takip etti. Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça,
Farsça ve Fransızca dillerinde hep birinci oldu.[2]
Rüştiyeyi
bitirdikten sonra 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne
kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetti.
Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü.
Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaparak aileyi
bu eve yerleştirdi.[3]
Mehmet
Akif öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için
Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner
yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu)
kaydoldu. Okul yıllarında spora büyük
ilgi gösterdi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve
gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında arttı.
Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Daha sonra bu
okulda Türkçe öğretmenliği yapacaktır. Resimli Gazete’de Servet-i Fünun
Dergisi'nde şiirleri ve yazıları yayımlanacaktır.[4]
Mehmet
Akif’in hem öğrencilik hem de hocalık yaptığı bu mekânda bugün İstanbul
Sabahattin Zaim Üniversitesi hizmet vermektedir. Mehmet Akif ve arkadaşlarının
yemekhane salonu bugün İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mehmet Akif Ersoy
Fuaye Salonu olarak kullanılmakta, iç kapı üzeri ve çevresini tam kıtalarıyla
İstiklâl Marşı ve Akif’in büyük portresi süslemektedir. Aynı kampüste Mehmet Akif
Ersoy Tarım Müzesi de yer almakta ve gençlere her fırsatta büyük şairimizi
hatırlatmaktadır.[5]
II.
Meşrutiyet’in büyük etkisinde kalan Akif, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula
Mardin’in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı
Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Balkan Savaşı, Çanakkale Muharebeleri ve
Kurtuluş Savaşı dönemlerinde çeşitli görevlerde bulunup, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağanos
Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi
karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü.[6]
1921'de
Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Akif, 500 lira ödül konularak
açılan İstiklâl Marşı yarışmasına başta katılmadı. Millî Eğitim Bakanı
Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Beyin teşvikiyle
ikna oldu. Onun orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı
Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından
mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45’te
Milli Marş olarak kabul edildi. Akif, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır
kurumuna bağışladı.[7]
Kurtuluş
Savaşı ve zafer sonrası uzunca bir süre Mısır’da yaşayan Milli Şairimiz Mehmet Akif
Ersoy, 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936
tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti, Edirnekapı
Şehitliğinde yatmaktadır. En önemli iki eseri İstiklal Marşı ve şiirlerini yedi
kitap halinde topladığı Safahat’tır.[8]
2)MEHMET
AKİF ERSOY’UN TASAVVUFİ DÜŞÜNCESİ
Akif hiçbir
zaman gerçek mutasavvıflara ve tasavvuf düşüncesine karşı olumsuz bir tavır
takınmamıştır. O'na göre gerçek mutasavvıflar İslam'ın birer dinamik
temsilcisidir. Şairimiz bu tavrını zikri geçen büyük zatlardan aldığı kıssaları
Safahat'ında şiirleştirerek ortaya koymuştur. Akif de diğer birçok şair gibi
mutasavvıf olmadığı halde tasavvufi kavramlardan bir kısmını benimseyerek
şiirlerinde kullanmıştır.[9]
Ertuğrul Düzdağ,
"Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun şırayı" mısraı ile başlayan
şiirinden yola çıkarak Akif’in tasavvuf ve tasavvuf felsefesine karşı olduğunu
ifade edenlerin haksız olduğunu şu sözleriyle dile getirmektedir: "ilk
bakışta bu beyitlerin tasavvuf aleyhinde yazılmış olduğunu zannedenler
yanılırlar. Bundan maksat, hiçbir zaman olgun tarikat mürşitleri ve onların
meslekleri değildir.[10]
Eşref Edip de
Mehmet Akif isimli eserinde Düzdağ'ın görüşünü teyit ederek şöyle demektedir:
"Akif’in karşı olduğu ve eleştirdiği tasavvuf, İslami ölçülere muhalif
olan batıni tasavvuftur. O gerçek tasavvufu bundan ayırmıştır. Mesela O,
Gazali'nin kudreti önünde eğilir, Mevlana'ya hayranlığını açıkça ifade ederdi.”[11]
Akif tasavvufun
özellikle vahdet-i vücud mesleğinin arkasına gizlenerek haramı, meskeneti,
dünyaya boş vermişliği telkin eden ve genellikle referans olarak da Hafız
Divan'ını gösteren "ibahiyye" mensuplarını hedef almıştır. O,
Süleymaniye Kürsüsünde, hem Hafız (792/1390)'a, hem de onun Divan'ını bir çeşit
fetva kitabı gibi kullanan ve tasavvuf kisvesi altında "mey ü mahbup"
edebiyatı yapan şairlere şiddetle karşı çıkmıştır.[12]
Birinci
Safahat'ta şair kendisine bir mesuliyet ideali aramaktadır. İkincisinde zihnine
didaktik bir karakter vermiştir. Sonraki üç Safahat'ında, dış dünyadan hareket
ederek kendi iç dünyasına kapanan, kendi benliğine temasın yakıcı sızılarını
duyan bir sanatkârın feryatlarını dinleriz. Asım, bu çile devrinden çıkmayı
andırır. Evvelki, çılgın ve ateşli mürit onda olgunlaşmış, muradına ermiş bir
mürşit durumundadır. Altıncı Safahat'ta nazım gibi şiirin, hayat gibi hikmetin,
insanlık gibi milliyetin kemal derecesini bulan ve onun hayat anlayışının ve
dünya görüşünün tam bir sentezini müşahede ederiz. Rabbini arayan ruhun çile ve
dua döneminden murada erme devresine geçtiği eseridir. Allah'a intikal için
hazırlık tamam olmuştur. Yedinci Safahat'ı ise, ideal âlemi arayışın en
kuvvetli terennümlerini, mistik bir ruhun feryatlarına sarılmış olarak buluruz.[13]
Akif,
"Gece, Hicran ve Secde" şiirlerinde vahdet-i vücut felsefesini
şiirleştirmiş ve adeta burada mistik şahsiyete bürünmüştür. O, burada Allah'a
olan derin özlemini anlatıyor, onu görmemenin hasretiyle yandığına işaret
ediyor. Akif’in bu şiirleri, onun içine düştüğü yeissin verdiği ıstıraptan
kurtulmak için, maddi varlığından nasıl uzaklaşmaya çalıştığını ve bir derviş
edasına büründüğünü göstermektedir.[14]
Hatta Akif 23
Mart 1341 tarihli mektubunda içinde bulunduğu durumu açıklamak maksadıyla şöyle
demektedir: "Dervişliğe istidadım, alabildiğine artıyor."27 Akif,
secde şiirini kendisine okuyunca, Hasan Basri Bey, "Üstat, siz vadi
değiştiriyorsunuz sanırım" demekten kendini alamamıştır. Hasan Basri Bey
bu soruyu hayret ve şaşkınlıkla sormuş olmalı, çünkü şiirlerini yakından ve
yaşayarak takip ettiği üstadı gerçekten vadi değiştirmiştir. Akif’in cevabı şu
olur: "Hayır Kardeşim! Benim asıl vadim budur. Şimdiye kadar
neşrettiklerim cem'iyet-i beşeriyyeye hizmet için yazılmış manzumelerdir."[15]
İslam’da
tasavvuf olarak bilinen mistiklik, dış hayatımızdan muayyen hareketler halinde
tatbik edilen kaidelerden, iç hayatın tecrübelerine geçiştir. İlahi bir
kaynaktan gelerek içimizde yaşanan böyle bir sezgi sayesinde Akif, "Gölgeler
“deki son şiirlerinde, vahdet-i vücud değilse de, vahdet-i şühud mertebesine
ulaşmış bulunuyordu. Mümin Allah' ı eserleriyle tanır. Mistik bu bilgi ile
tatmin olmaz. Çünkü o, mutlak varlığın temaşası âşıktır. Akif’te bu hasret daha
önce de varlığını hissettirmişti.[16]
3)MEHMET
AKİF ERSOY’UN TASAVVUFİ DÜŞÜNCESİNİN ŞİİRLERİNE YANSIMASI
O,
Süleymaniye Kürsüsünde, hem Hafız (792/1390)'a, hem de onun
Divan'ını
bir çeşit fetva kitabı gibi kullanan ve tasavvuf kisvesi altında "mey ü
mahbub"
edebiyatı yapan şairlere şiddetle karşı çıkmıştır. Akif bâtınimizin bir kolu
olan
ibahiyye
için şöyle demektedir:[17]
"Koca
millet! Edebiyatı ya oğlan, ya karı...
Nefs-i
emmare hizasında henüz duyguları
Sonra
tenkide giriş: hepsi tasavvufla dolu
Var
mı sufiyyede bilmem ki ibahiyye kolu.
İçilir
türlü şenaatler olur bi-perva
Hafız'ın
ortada Divan' ı kitabü'l-fetva:
"Gönül
incitme de keyfin neyi isterse becer!
Urefa
mesleği; a'la, hem ucuz hem de şeker."[18]
Akif’in
idealist sanatının sonunda bu mistik temaşa hasreti kendisinde bir
ihtiras
haline geldi. Sadece şekilden ibaret bir din onu tatmin etmiyordu. İlahi temaşaya
ulaşmadıktan, ona yaklaşmadıktan sonra, sadece bir vasıta olan ibadet hayatında
kalmanın ne manası vardı?[19]
"Nedir
manası, ma'bud olmadıktan sonra, mihrabım,
Rükûun,
haşyetin, vecdin, bütün biçare esbabın?"[20]
Aşağıdaki
dörtlükte görüldüğü gibi Akif, tasavvufta çokça kullanılan birkaç kavramı bir
arada kullanmıştır. O, gözlerin Allah Teala'dan başkasını görmemesini,
vecde
gelip, âlem-i kesretten uzaklaşarak âlem-i vahdete dalmasını, halkın değil, her
şeyin
yaratıcısı olan Halık'ın müşahede edilmesini istemektedir:[21]
"Dalgalansın
da denizler gibi kalbinde celal,
Görmesin
didelerin reng-i siva, reng-i zılal.
Vecde
gel, vahdete dal, âlem-i kesretten uzak...
Yalınız
Sani'i gör, san ‘atı masnuu bırak!"
"Bakarsın
her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i ruşen!
Sema
bidar ve her yıldız cemalullah'a bir revzen. "[22]
Safahat'tan
örnek olarak aldığımız yukarıdaki tasavvuf ve mutasavvıflarla
alakah
beyitleri Akif’in tasavvufi neşveden ve mutasavvıflardan ne kadar
etkilendiğinin
bir göstergesi sayılabilir.[23]
1-)SONUÇ
Mehmet
Akif Ersoy, dünyanın en çalkantılı zamanında yaşamış olmanın verdiği tecrübe ve
sorumluluk sahibi olmasının getirisi olarak edebiyat dünyamıza adını altın
harflerle yazdırmıştır. Gerek vatanperverliği gerekse İslamcılık görüşüyle çok
nadide eserler vermiş olup, büyük hizmetleri dokunmuştur. Edebi anlayışı eski
şekilde sürdürmüşse de işlediği temalar hep güncel konular üzerine olmuştur.
Tasavvuf
anlayışını ise dönemindeki sanatçılardan farklı olmuş ve yeni bir boyut
kazandırmıştır. O zamanın mutasavvıflarını yerden yere vurmuş ve çeşitli
kısımlardan tepki almıştır. Fakat sonradan da görmekteyiz ki yerme konusunda
haklı olduğunu, bazı tarikat liderlerinin Osmanlı devletinin yıkılış sürecinde
gerekse cumhuriyetin kuruluş aşamasında ülkeye ne kadar zararlar verdiklerini
tarih derslerimizde görmekteyiz.
Mehmet
Akif Ersoy, İslam dininin asla gericiler için bir dayanak olmadığını, aksine
aydınlıktan yana çalışkanlığı teşvik ettiğini hep dile getirmiştir. Bu meseleyi
dönemin sanatçılarından fazla eserlerinde işlemiş, tasavvuf konusuna yeni bir
hava katmıştır. Onun bu özelliği edebiyat eleştirmenlerince tüm dönemler
içerisinde yaptıkları değerlendirmelerinde Mehmet Akif Ersoy’u en başarılı
sanatçılardan birisi olarak kabul görmesine yol açmıştır. Bu bakış açısıyla ele
alırsak tasavvufi remizleri birer altın değerindedir.
KAYNAKÇA
1-)
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx
Erişim Tarihi: 26.12.2015
2-)
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi: 05.01.2016
[1]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 26.12.2015
[2]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 26.12.2015
[3]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 26.12.2015
[4]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 26.12.2015
[5]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 26.12.2015
[6]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 26.12.2015
[7]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 26.12.2015
[8]
http://www.izu.edu.tr/tr-TR/mehmet-%C3%A2kif-ersoy-kimdir/1232/Page.aspx Erişim
Tarihi: 30.12.2015
[9] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf
Erişim Tarihi:5.01.2016
[14]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[15]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[16]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[17]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[18]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[19]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[20]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[21]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[22]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
[23]
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00018/2004_22/2004_22_CELIKI.pdf Erişim
Tarihi:5.01.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder