HAYATI (1904
-1983)
26 Mayıs
1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Kayıtlı
bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislamı Mevlâna Bektût Hazretlerine
dayanan ve Osmanoğulları’ndan daha eski bir familya olan Dulkadiroğlularına bağlı
'Kısakürekler' soyuna mensuptur[1].
Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaslarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden 'yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku' seklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hatıralarının kaynaştığı bir 'tütsü çanağı' olan, büyükbabasına ait Çemberli Tas’taki Konak'ta geçirdi[2].
Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaslarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden 'yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku' seklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hatıralarının kaynaştığı bir 'tütsü çanağı' olan, büyükbabasına ait Çemberli Tas’taki Konak'ta geçirdi[2].
Büyükbabası
Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, havariliğinin önüne geçmek için onu 5-6 yaslarında
bir sürü 'abur cubur' romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Naziri
Salim Paşa’nın kızı, büyükannesi Zafer Hanim, ruhi yapısını başka hassasiyetler
açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yas küçüğü kız kardeşi Selma
ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait
asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti[3].
Bahriye
Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı
bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam
etti. Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza
Pasa yalısındaki Rehber-i İttihat mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de
fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Pasa Numune mektebine ve
seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı.
Ilık mektebi, Heybeliada Numune Mektebi'nde bitirdi[4].
1916'da, 'Ne
oldumsa bu mektepte oldum' dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgütleştirdiği
'Mektep-i Fünûn-u Bahriye-i Sahne’ye imtihanla ve en titiz muayeneler
neticesinde alindi. Hayatinin en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi,
içindeki bütün isi cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin
oldu. Ilık metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri 'Sair' lakabı
ile ilk aruz talimleri orada başladı[5].
BATIYA GİDİŞİ VE
EDEBİYATLA TANIŞMASI
(1922)
Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekâletinin Avrupa’ya
tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki basarisiyle
üniversitedeki (sömestre) lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e
gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924) [6]
Bu okulda
sezgice ve mistik filozof Henry Bergson
ile tanıştı. Paris’te bohem bir yaşam sürdü, kumara ilgi duymaya başladı.[7]
Paris hayati,
kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında,
nefsi cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi[8].
1925'te ilk şiir kitabi 'Örümcek Agı'nı bastırdı. O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. 'Felemenk Bahr-i Sefit Bankası’nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile ayni bankada ise başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çelişti[9].
1928 - 29 senelerinde 'Bâbiâli' adli otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbiâli palamarına bağlı 'Bohem Hayati'ni son kertesine çıkardı[10].
Henüz 24 yaşındayken, 'Kaldırımlar' isimli ikinci şiir kitabinin yayınlandığı ve ortalığı takdirle karisi hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapazonunun herkesçe beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti[11].
1925'te ilk şiir kitabi 'Örümcek Agı'nı bastırdı. O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. 'Felemenk Bahr-i Sefit Bankası’nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile ayni bankada ise başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çelişti[9].
1928 - 29 senelerinde 'Bâbiâli' adli otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbiâli palamarına bağlı 'Bohem Hayati'ni son kertesine çıkardı[10].
Henüz 24 yaşındayken, 'Kaldırımlar' isimli ikinci şiir kitabinin yayınlandığı ve ortalığı takdirle karisi hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapazonunun herkesçe beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti[11].
DİNE YÖNELMESİ
VE ŞİİR HAYATININ İKİNCİ DEVRESİ
1934'de bir
aksam, nihayet bir aksam, çalıştığı bankadan Boğaziçi’ndeki evine dönmek için bindiği
'Şirket-i Hayriye' vapurunda karsısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o
güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği Hızır tasvirli bir adam,
ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi[12].
Abdulhakim
Arvasi ile Eyüp Sultan’daki Pierre
Loti Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi
bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşadı. Abdulhakim Arvasi ile tanışmasını
kendisine milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan sonra
tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı[13]
Arvâsî ile
tanışmasından sonra yaşadığı derin fikir buhranın ardından hayatının yeni
dönemindeki ilk önemli eseri olan “Tohum"
adlı tiyatro oyununu yazdı (1935).[3]. İslamcılık ve Türklük
vurgusunun ön planda olduğu eser, Muhsin
Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan
sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü halde halkın ilgisini
çekmedi[14].
Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüp sırtlarına çekti. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat’ın eteklerine yapıştı[15].
Hikâyesi 'O ve Ben'de yer alan, korkunç bir fikir buhranına (crise intellectuelle) , büyük ruh istiabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatinin en belalı senesi oldu[16].
Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri 'Tohum'u yazdı[17]. (1935)
1936'da Celal Bayar’ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkardığı ve 16 şayi sürdürdüğü 'Ağaç' Mecmuası, dönemin önde gelen entelektüellerini çatısı altında topladı[18].
Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destani 'Bir Adam Yaratmak' piyesini 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak'ta bitirdi. (8 Temmuz 1937) . Eser ilk defa 1937-38 kışında, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve muazzam bir alaka doğurdu. 1938 senesinin baslarında Ulus Gazetesi yeni bir Milli Mars için müsabaka açtı. Ayrıca kendisine özel olarak yapılan teklifi; öne sürdüğü isi umumileştirmekten. Yani müsabakadan vazgeçilmesi sertinin hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda 'Büyük Doğu Marsı' olarak kalan şiiri yazdı[19].
Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüp sırtlarına çekti. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat’ın eteklerine yapıştı[15].
Hikâyesi 'O ve Ben'de yer alan, korkunç bir fikir buhranına (crise intellectuelle) , büyük ruh istiabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatinin en belalı senesi oldu[16].
Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri 'Tohum'u yazdı[17]. (1935)
1936'da Celal Bayar’ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkardığı ve 16 şayi sürdürdüğü 'Ağaç' Mecmuası, dönemin önde gelen entelektüellerini çatısı altında topladı[18].
Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destani 'Bir Adam Yaratmak' piyesini 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak'ta bitirdi. (8 Temmuz 1937) . Eser ilk defa 1937-38 kışında, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve muazzam bir alaka doğurdu. 1938 senesinin baslarında Ulus Gazetesi yeni bir Milli Mars için müsabaka açtı. Ayrıca kendisine özel olarak yapılan teklifi; öne sürdüğü isi umumileştirmekten. Yani müsabakadan vazgeçilmesi sertinin hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda 'Büyük Doğu Marsı' olarak kalan şiiri yazdı[19].
DİNE
YÖNELMESİNDEN SONRA SİYASİ MERCEKLERLE KARŞI KARŞIYA GELMESİ
1940 yılında
Türk Dil Kurumu hesabına 'Namık Kemal' isimli bir eser kaleme aldı ve vaktiyle
Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkında söylemiş olduğu
hakikatleri, bu eser zaviyesinden tetkiklerini derinleştirdikçe bizzat gördü[20].
1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdığı siyasi bir yazı sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasını Sultanahmet cezaevinde tattı[21].
1943, Sanatkârın fildişi kulesinden agoraya indiği; tam olarak belirdiği tarihtir: İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu cemiyeti yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basınıyla, hocasıyla, gençliğiyle kendi açtığı bütün cephelerde tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuasının ilk sayısını çıkardı. (17 Eylül 1943) [22]
Sonraki dönemlerine bir hazırlık kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayıda 'Allaha itaat etmeyene itaat edilmez! ' mealindeki bir Hadis-i Şerif yüzünden, rejime itaatsizliği teşvik suçlamasıyla 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. [23]
Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocalığından kovuldu ve ikinci askerliğine ikinci defa sevk edilerek Eğridir’e sürüldü. [24]
1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdığı siyasi bir yazı sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasını Sultanahmet cezaevinde tattı[21].
1943, Sanatkârın fildişi kulesinden agoraya indiği; tam olarak belirdiği tarihtir: İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu cemiyeti yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basınıyla, hocasıyla, gençliğiyle kendi açtığı bütün cephelerde tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuasının ilk sayısını çıkardı. (17 Eylül 1943) [22]
Sonraki dönemlerine bir hazırlık kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayıda 'Allaha itaat etmeyene itaat edilmez! ' mealindeki bir Hadis-i Şerif yüzünden, rejime itaatsizliği teşvik suçlamasıyla 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. [23]
Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocalığından kovuldu ve ikinci askerliğine ikinci defa sevk edilerek Eğridir’e sürüldü. [24]
BASIN VE YAYIN
HAYATI
2 Kasım 1945'de
Büyük Doğu yeniden çıkmaya başlayınca, onu, birdenbire; 'eski İktisat Vekili
Fuat Sirmen'e nesir yoluyla hakaret, Dini tezyif, memleket dâhilinde teşekkül etmiş
İktisadi, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda' gibi
birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzsüze birikti. [25]
1946 senesinin sonlarına doğru, 13 Aralık tarihli sayısında; kapak yaptığı mücerret bir kulak resminin altındaki 'Başımızda kulak istiyoruz! ' yazısı İnönü’nün kulaklarının duymuyor olması hakikatiyle birleşince Örfi İdarece tekrar kapatıldı. [26]
Birkaç gün sonra Başbakan Recep Peker tarafından Ankara'ya çağırıldı. Recep Peker'in sadece 'biraz ölçülü' davranması ve fazla aleyhte yazmaması karşılığı 100.000 lira teklifi, kabul etmediği takdirde ise açık açık zindana atılma tehdidiyle karşılaştı. [27]
O günler için bir servet demek olan deste 'söz' olmaktan çıkmış, üstündeki 'Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası' bandajıyla birlikte önündeki masaya bırakılmıştı. Çok geçmeden; kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan 'Sır' isimli piyesinden dolayı 'Milleti kanlı ihtilale teşvik' suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. [28]
Artık büyük mücadele yolundaydı. 1947 baharında (18 Nisan) Büyük Doğu’yu yeniden ve üçüncü defa çıkardı. Birkaç ay sonra (6 Haziran) 'Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat' başlıklı Rıza Tevfik'e ait bir şiirin nesri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme kapariyle tekrar kapatılırken kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. 'Türklüğe Hakaret ‘den yargılandı, 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti. [29]
1946 senesinin sonlarına doğru, 13 Aralık tarihli sayısında; kapak yaptığı mücerret bir kulak resminin altındaki 'Başımızda kulak istiyoruz! ' yazısı İnönü’nün kulaklarının duymuyor olması hakikatiyle birleşince Örfi İdarece tekrar kapatıldı. [26]
Birkaç gün sonra Başbakan Recep Peker tarafından Ankara'ya çağırıldı. Recep Peker'in sadece 'biraz ölçülü' davranması ve fazla aleyhte yazmaması karşılığı 100.000 lira teklifi, kabul etmediği takdirde ise açık açık zindana atılma tehdidiyle karşılaştı. [27]
O günler için bir servet demek olan deste 'söz' olmaktan çıkmış, üstündeki 'Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası' bandajıyla birlikte önündeki masaya bırakılmıştı. Çok geçmeden; kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan 'Sır' isimli piyesinden dolayı 'Milleti kanlı ihtilale teşvik' suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. [28]
Artık büyük mücadele yolundaydı. 1947 baharında (18 Nisan) Büyük Doğu’yu yeniden ve üçüncü defa çıkardı. Birkaç ay sonra (6 Haziran) 'Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat' başlıklı Rıza Tevfik'e ait bir şiirin nesri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme kapariyle tekrar kapatılırken kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. 'Türklüğe Hakaret ‘den yargılandı, 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti. [29]
Sanatçı, 28
Haziran 1949'da Büyük Doğu Cemiyeti’ni
kurdu. Başkanı olduğu dernekte başka yardımcısı Cevat Rıfat Atlıhan ve genel sekreter Abdurrahim Rahmi Zapsu idi.[11]
1950’de derneğin ilk şubesi Kayseri’de açıldı. Necip
Fazıl, Kayseri’deki açılıştan İstanbul’a döndükten sonra bir yazısı nedeniyle
tutuklandı; “Türklüğe Hakaret Davası’nda verilmiş beraat kararı Nisan ayında
temyiz mahkemesi tarafından bozdurulunca eşi Neslihan Hanım ile birlikte hapse
girdi. 1950 genel seçimlerinden sonra seçimden zaferle çıkan Demokrat Parti’nin çıkardığı Af Kanunu ile
hapishaneden tahliye edilen ilk kişi olarak 15 Temmuz’da serbest kaldı. 18
Ağustos 1950’de Büyük Doğu’yu yeniden çıkarmaya başladı. Necip Fazıl, dergide Adnan Menderes’e açık mektuplar yayınlayarak
partiyi İslam ekseninde geliştirmesini önermekteydi. O yıl Büyük Doğu
Cemiyeti’nin Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini
açtı.[30]
22 Mart 1951
yılında “Kumarhane Baskını”
olarak anılan olay gerçekleşti. Beyoğlu’nda
bir kumarhaneye düzenlenen baskında yakalanan Necip Fazıl, bu olay nedeniyle 18
saat karakolda tutuldu. O dönemki açıklamalarında röportaj yapmak üzere
kumarhanede olduğunu ifade eden; daha sonraki yıllarda ise Büyük Doğu’yu koruma
için bir adam tutmak üzere orada olduğunu açıklayan Necip Fazıl’a göre bu olay
Demokrat Parti’nin bir komplosudur. [31]
30 Mart 1951’de
dergisinin 54. sayısını çıkardı. Ancak dergi henüz bayilere dağıtılmadan
hakkında toplatılma kararı çıktı. Bu sayıda yer alan imzasız bir yazısı
nedeniyle tutuklanan Necip Fazıl, 19 gün tutuklu kaldı. 9 ay 12 günlük mahkûmiyet
kararı çıkınca mahkûmiyetini dört ay erteletti; ardından hastaneden 3 aylık bir
tecil raporu aldı. [32]
Necip Fazıl,
başkanı olduğu Büyük Doğu Cemiyeti’ni ani bir kararla 26 Mayıs 1951’de
feshetti. Örtülü ödenekten aldığı paraya karşılık cemiyeti kapattığı iddia edilir.
Kurmayı düşündüğü Büyük Doğu Partisi’nin ana nizamnamesini 15 Haziran 1951’de
Büyük Doğu Dergisi’nde yayımladı. Öngördüğü düzende CHP'nin
Ok’una karşılık Büyük Doğu'nun Dokuz
Umdesi, Milli Şef'e karşılık İslami bir yüce olan “Başyüce” vardı. Programa göre faiz,
dans, heykel, zina, fuhuş, kumar, içki, her türlü keyif verici maddenin yasak
olduğu, suçluların kısas yöntemi ile cezalandırılacağı bir ülke yaratılacaktı.
Necip Fazıl, Haziran 1951'de dergiye ara verdi. Son sayıda “Müslüman Türklerin günlük gazetesi çıkacak”
haberini verdi. Günlük Büyük Doğu
Gazetesi 16 Kasım 1951'de yayına başladı. [33]
Necip Fazıl'ın
1951'deki mahkûmiyet kararı ile ilgili hastaneden aldığı tecil raporunun
süresinin dolduğu sırada 22 Mayıs 1952’de "Malatya hadisesi"
meydana geldi. O gün Vatan gazetesinin sahibi
ve başyazarı Ahmet Emin Yalman Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile
yaralanmıştı. Necip Fazıl, Hüseyin Üzmez'i
azmettirmekle suçlandı. Şair, "Taammüden
katle teşvik ve azmettirmek, katle teşebbüs fiilini metih ve istihsal eylemek"
suçlaması ile tutuklanıp Malatya'ya sevk edildi.1951'deki mahkûmiyeti sebebiyle
9 ay 12 günlük hapis cezasını çekerken “Maskenizi
Yırtıyorum" başlıklı bir broşür yayımlayarak 1943'ten beri başına
gelenlerin ve Malatya Hadisesi ile ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini
yaptı (11 Aralık 1952).Malatya hadisesi davası halen devam etmekte olduğundan
1951 mahkûmiyeti ile ilgili cezası dolduktan sonra bir süre daha tutuklu kaldı.
Malatya Davası'ndan suçsuz bulununca 16 Aralık 1953'te serbest kaldı. [34]
1957'de çeşitli
davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay 4 gün daha hapis yattı. [35]
1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün
ısmarlamasıyla “AT’a Senfoni”
adlı bir eser kaleme aldı. [36]
1960 darbesinden sonra 6 Haziran’da
evinden alınan Necip Fazıl, 4,5 ay Balmumcu garnizonunda tutuldu. Basın Affı
nedeniyle tahliye edilse de Atatürk’e hakaret suçu içerdiği iddia edilen bir
yazısı nedeniyle mahkûmiyet kararı o Balmumcu ’da iken kesinleştiği için,
tahliye edildiği gün tekrar tutuklandı ve Toptaş’ı Cezaevi’ne sevk edildi. 1
yıl 65 günlük cezayı doldurduktan sonra 18 Aralık 1961’de serbest kaldı.[37]
3)NECİP FAZIL'IN
ÖLÜM ANI VE SON SÖZÜ
Mayıs ayı Necip
Fazıl’ın hayatında hep sırlarla dolu oldu. Tam 26 yıl önce yine gizemli bir
Mayıs gecesinde, takvimlerin 25 Mayıs 1983 gece yarısını gösterdiği saatlerde,
hastalığının ilerlediği dakikalarda yatağından hafifçe doğruldu, elâ gözlerini
pencereden dışarıya çevirdi, derin karanlığa baktı. [38]
Ne gördü
bilinmez; ateşin verdiği etki ile kırmızıya yakın pembeleşen dudakları hafifçe
kıpırdadı ve "Demek böyle ölünürmüş!" dedi... [39]
Fas'tan, Saraya
çok yakın çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kısmını bütün aile
fertleriyle birlikte Fas'ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas'ta yaşaması
teklifini; gözlerini pencereden dışarıya, alakasız bir noktaya dikerek, küçük,
çok küçük göz tikleri içinde sabırla dinledi. İlgisiz bir mevzu açarak cevap
verdi. [40]
1983 yılında vefat etti.
1983 yılında vefat etti.
ESERLERİ[41]
Hikâyelerim
|
Peygamberler
Halkası
|
Ulu
Hakan II.Abdülhamid Han
|
Cinnet
Mustatili
|
İbrahim
Ethem
|
Başbuğ
Velilerden 33
|
Bir
Adam Yaratmak
|
Hesaplaşma
|
Çerçeve
II
|
Çile
|
Esselam
|
Konuşmalar
|
Kafa
Kâğıdı
|
Dünya
Bir İnkılap Bekliyor
|
Rabıta-İ
Şerife
|
O
ve Ben
|
Hac
|
Doğru
Yolun Sapık Kolları
|
Yunus
Emre
|
Tarih
Boyunca Büyük Mazlumlar
|
Başmakalelerim
I
|
At'a
Senfoni
|
Türkiye'nin
Manzarası
|
Tasavvuf
Bahçeleri
|
Para
|
Çerçeve
I
|
Çerçeve
III
|
Sahte
Kahramanlar
|
Nur
Harmanı
|
Namık
Kemal
|
Hazret-İ
Ali
|
İman
ve İslam Atlası
|
Hücum
Ve Polemik
|
Tanrı
Kulundan Dinlediklerim
|
Müdafaalarım
|
Rapor
1/3
|
İhtilal
|
Veliler
Ordusundan 333
|
Rapor
4/6
|
Moskof
|
Benim
Gözümde Menderes
|
Rapor
7/9
|
Tohum
|
İdeolocya
Örgüsü
|
Rapor
10/13
|
Aynadaki
Yalan
|
Mümin
Kafir
|
Yeniçeri
|
Reis
Bey
|
Senaryo
Romanlarım
|
Reşahat
|
Batı
Tefekkürü ve İslam Tasavvufu
|
Çöle
İnen Nur
|
Başmakalelerim
II
|
Babıali
|
Son
Devrin Din Mazlumları
|
Mektubat
|
Sosyalizm,
Komünizm ve İnsanlık
|
Öfke
ve Hiciv
|
Başmakalelerim
III
|
Hitabeler
|
Sabır
Taşı
|
Çerçeve
IV
|
Gönül
Nimetleri
|
SONUÇ
Necip Fazıl’ın
düşünce örgüsü din, tasavvuf ve mistisizm ekseninde gelişmiş ve fikri
mücadelesini bu çerçevede sürdürmüştür. Fikir ve inançlarını yaymak için
kullandığı çok sayıda edebi araç yanında yayın hayatına da girerek kendi
medyasını oluşturma çabasına girmiş ve bunun için Demokrat
Parti iktidarının imkânlarını kullanmak istemiştir. Demokrat parti
iktidarının başvekili Adnan Menderes’e yazdığı
yardım mektubu ve Demokrat partiden aldığı 147.000 liralık örtülü ödenek
desteği Yassıada yargılamalarına da konu olmuştur. Tarihçi Ayşe Hür hayatı boyunca devam eden
bağımlılığına işaret ederek Necip Fazıl'ın örtülü ödenekten para talep etmesini
"kumar bağımlılığı" ile ilişkilendirir.
KAYNAKÇA
http://www.antoloji.com/necip-fazil-kisakurek/hayati/
25.11.2015 20.39
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder