18 Kasım 2015 Çarşamba

SARIDAN SİYAHA

Sarıdan Siyaha-Bir Yokoluş Öyküsü
Sarıdan Siyaha-Bir Yokoluş Öyküsü


Karanlık karabasanları çoğalttı. Ayak sesleri loş yatak odasından ,fayansları çatlamış koridora ilerliyordu. Sırtına düşen cılız solgun ışığın gölgesi kadının kızıl saçlarını korkuttu. Boğuk ve tükenmiş pis bir ses ağır adımlarla kovalıyordu.Kadın sendeleyince, elleri duvarın soğuk suretiyle tanıştı.Bacak arasından kazanacağı üç kuruş için,varlığını daha ne kadar sürdürebilirdi.Genzini yakan iğrenç küf kokusunu içine çekip,önünde yığınla engel varmışçasına küfrederek,ağır demir kapıya ilerledi.Beynindeki uğultuya aldırmadan,kapının,binlerce el tarafından tacize uğrayan kolnu çekip,gecenin karanlığını ve soğuğunu tenine sürdü.Durdu ve o yıpranmış ojeli parmaklarını,küçük siyah çantasına daldırdı.Uzun kırmızı marlbro.Boyası kenarlarından taşmış dudağına koyup,derin bir nefes çekti.Son defaymış gibi,elveda eder gibi,lakin kime edecekti bu mağrur vedayı.


Hiç bitmemeliydi temmuzun bu sıcağı,inmemeliydi bülbül gibi konduğu bu dut ağacından,yorulsa da bunalsa da sabırla beklemeliydi sevdiğini.
Her gece camın önündeki,o yapış yapış dut ağacına çıkıp,heyecanlı ama emin sesiyle ‘’Sabaha az kaldı Selma’’diyen adamı beklemeliydi..Hoş her seferinde rahmetli Hasan amca da  söve söve koşturuyordu köyün meydanında Selma'nın sevdiceğini.E tabi kolay değildi, köy yeriydi, yaşı gelen everilir,ocaktan ayrılır.Ne yapacaktı ki adam koskoca evde tek başına ölümü mü bekleyecekti.Safiye erken bırakmıştı Koca Hasan’ı.Belki kendisi bezdirmişti kadını hayattan ama karısıydı.Eli ayağıydı yine de.Yaşlandıkça aksileşmişti çok çektirmişti kadına.Oysa gençken nasıldı öyle.
Kırsalın gelinciği gibiydi Safiye.Köydeki gençlerin deli divane olduğu gelincik.Güneşten yanmış esmer teni,yemenisinden sarkan simsiyah saçlarıyla rüzgarları okşardı.Az uğraşmamıştı Hasan az dil dökmemişti bu işveliye.Hele ki.köyün minik okulunun,şehirli hocasının az kapısını çalmamıştı.İki güzel söz öğrenmeye,taşlı yollarda mekik dokumuştu ay ışığının zifirinde.Köyün sert delikanlısının ne işi olurdu şehirli adamla.Millet ne derdi görse.Cahil karanlığın içinde, kendince aşkını edebi bir mumla arıyordu.Ama unuttuğu şey köy yerinde aşkın, edebiyatın yeri olmazdı,tarlaya toprağa bakarlardı.Adam verse kızını bu çulsuza, ne ekip biçeceklerdi yarın öbür gün.Öyle de oldu.Vermemişti babası Safiye'yi.Ama kanı kaynıyordu Hasan'ın duramıyordu yerinde.Güzellikle alamadığı güzeli yine bir zifirde alıp kaçmıştı şimdiki yuvasına.Yokluktan varedebilmişlerdi tüm bu düzenlerini.Meyvelerini almaları da çok gecikmemişti tarlaların arasında.’Selma’onların siyah-beyaz dünyalarının en güzel grisi olmuştu, huzur doldurmuştu çıtır çıtır çamların yanıp kokusunu yaydığı küçük ahşap kutularına.Kıymetliydi,biricikti artık.Zar zor doyan iki boğaz daha tok hissediyorlardı.Zamanla bereketlenmişti ocakları.Selma ise boy boy başakların arasında baş veriyor,gören gözlere tebessüm dağıtıyordu.En çok da Ömer’in gözlerine.O ela gözleri bir daha asla böyle göremeyecekti,kendi mavisinde yüzecekti Ömer.Bilmiyordu ışığı solacak,buruk bakacaktı dut ağacının müdavimine.ki elinden bir şey gelmeyecekti Ömer’in diriltemezdi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder