6 Ocak 2016 Çarşamba

Mevlana’nın Edebi Kişiliği EZGİ HASGENÇ Türkçe Öğretmenliği 2/A



Mevlana Kimdir?
       Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı. Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır[1].
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler. 1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.[2]
     Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler. Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu. Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar. Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.[3]

Mevlana’nın Edebi Kişiliği

  Mevlana’nın babasından başlayan bir dinî eğitimi olduğunu ve aslında çocukluğundan bu yana zaten mutasavvıf olarak yetiştirildiğini bilmemiz gerekir. O, sufi olmasının yanında şairlik yeteneklerini de sergilediği için edebiyatımızda önemli bir yerdedir. Yani çocukluğundan bu yana aldığı dini eğitimi,  estetik bir dille bize ifade edebilmiştir. Şems’in Mevlana’nın hayatına girmesi Mevlana içindeki aşkı ortaya çıkarmıştır ve bize bu edebiyat eserlerini bırakmasını sağlamıştır bir bakıma. Mevlana, Divan adlı eserini yazdıktan sonra uzun bir sessizlik dönemine kapılıp daha sonra Mesnevi adlı eserini yazması da bu işi para ya da ün için değil aşk için yaptığının en büyük simgesidir. Mevlana, kendini şiirlerinde açık ve net olarak ifade edebilmiş bir sanat adamıdır. “Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım ...” beyitinde de ilan ettiği gibi kendisinin en büyük iki dayanağı Kuran ve Sünnet’tir. Ayrıca o, tüm insanlığı kucaklayıcı bir yapıya sahip olduğunu yine beyitlerinde ifade eder[4].
   Mevlana, müthiş bir vahdet fikrine sahiptir. Ona göre, iyi - kötü,  güzel - çirkin , iman - küffar insanın ayrımıdır, Allah asla bunları ayırmaz, Allah için hepsi birdir. Ona göre kötülüğü yaratan ile iyiliği yaratan yaratıcıdır. Bu bakımdan kötü olmadan iyi  olunmaz. Yani siyahın olması için beyaz beyazın olması için siyah gerekir; önemli olan bu ikilemden kurtulmaktadır. Bu da ancak “ölmeden mezara girmek” ile yani faninin kendi varlık elbisesini çıkarması ile olur. Mevlana  için bu gerçek bir tevhid’dir.  Bu konu, onun şiirlerinde sıkça işlenir: [5] 
“Sen ‘ben’ diyorsun, O da ‘ben’ diyor. Ya sen öl ya da O ölsün ki bu ikilik kalmasın. O’nun ölmesi imkânsız olduğuna göre ölmek sana düşer”
Mevlana Türkçe - Farsça bazen de Arapça karışık şiir yazar. Bu bakımdan yukarıda bahsedilen düşünceleri tüm Doğu şairlerini etkilemiştir. Genelde Farsça yazdığı için  ve konuları tasavvufi konular olduğu için de Doğu - İslam kültüründe geniş bir yer bulmuştur kendine. Mevlana, kendisinin Türk olduğunu üzerine basa basa beyitlerinde söylemektedir. Onun Farsça şiirler yazmasının nedeni döneminin edebiyat dünyasının Farsça üzerine kurulmasından başka bir şey olmamalıdır[6].
Mevlana, ilah-i aşk üzerine durmuş, kişiyi ancak ilahi aşkın olgun insan mertebesine çıkaracağını düşünmüş bu uğurda aklı göz ardı etmiştir. Ona göre akla önem veren filozoflar noksandır, akla önem veren kelamcılar noksandır. Kuran’da “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” buyrulmuştur, dolayısıyla Allah’a giden yol akıldan değil aşktan geçer. Mevlana’nın edebiyatımızda bu kadar önemli olmasının nedeni de budur aslında, yani aşkı temel almasıdır. O ilahi aşk ile her şeyin Allah’tan gelip Allah’a gideceğini söyler. Bu bakımdan da müthiş bir hoşgörüsü vardır. İnsanları iyi – kötü, Müslim  - gayrimüslim statülerinde değerlendirmez, Mevlana için insan Allah’ın aşk ile yarattığı varlıktır. Mevlana’nın fikirleri Batı’da Darwin’in erken bir hali olarak yorumlanır. Mevlana, insanın unsurlardan oluştuğunu söyler çünkü. Bu fikir de Batı’yı fazlaca meşgul etmiş ve hala da meşgul etmektedir.[7]

3.Sonuç
Mevlana’nın işlediği konular yılların tasavvuf konulardır. Mevlana’yı etkili kılan, onun sarsıcı ve duygu dolu söylemleridir. Aşkı ön palana tutarak hiçbir ayrım gözetmeden insanları gözetmesi onu, bugünlere kadar taşımıştır. Duygu ve heyecan onun varlığında oldukça iyi bir yere sahiptir bu bakımdan o, aydın ve ulema kimliğinin yanında Allah aşkı ile yanan bir derviştir. Bu bakımdan da hala çok sevilmekte ve sayılmaktadır.

KAYNAKÇA
http://www.makaleler.com ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
http://www.turkedebiyati.org ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
http://www.edebiyatogretmeni.org ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
http://www.nnedir.com ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015





[1] http://www.turkedebiyati.org ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
[2] http://www.turkedebiyati.org ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
[3]http://www.turkedebiyati.org ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
[4] http://www.turkedebiyati.org ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
[5] http://www.turkedebiyati.org ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
[6] http://www.makaleler.com ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015
[7] http://www.makaleler.com ERİŞİM TARİHİ:29.12.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder