YİTİK ADAM
Kaldırımlar yapayalnız,koskoca
cadde,sokak lambalarının soluk ışığında güneşleniyor.Binalar da en az onun
kadar yaşlı olmalıydı.Sanki ayakta duramayacaklar gibi birbirlerine kenetlenmiş,onlarca
ruhsuz bina.Boyaları dökülmüş,ardından beyaz tüllerin salındığı,güneşin yaktığı
tahta pencereleriyle,içlerindeki yaşamlar da solmanın eşiğinde
olmalıydı.Rüzgar,cadde boyu bağıra bağıra koşuyordu.Parkasının rengi,yeşilden
sarıya dönmüş,taşlaşmış ellerinde boş bir şarap şişesi taşıyan ve emeklercesine
yürüyen,bu ne idiğü belirsiz adamın ağarmış sakallarını okşuyordu.Her köşe
başından geçerken,adamın kırışmış yüzü aydınlanıyor ama gözlerinde bir zifir
çalkalanıyordu.O kadar kısmıştı ki nerdeyse yeşil gözlerinde herkesten saklamak
istediği bir sır vardı.Kırış kırış yüzündeki,aklanmış tüm kılları ben burdayım diyordu.Rüzgarın da
iteklemesini,düşmemek için kendine baston eylemişti.Ya küsmüştü aklına,yada
küstürmüştüler yaşama.
Kurumuş dudaklarıyla
,rüzgarın kulak çınlatan
sesine,mırıldanarak sessiz cevaplar veriyordu.Muhakkak eski bir şarkı
söylüyordu.Ancak sesini kendisi bile duymuyordu.Topraktan çıkmışcasına
bedeniyle caddeyi geçerken,ruhu sanki yukardan kendisini çekiyordu,haykırıyordu
“dayan”dercesine.Belki bir saat geçmişti,anca geçebilmişti bu unutulmuş
yeri.Şimdi rüzgarın ıslığını, insanların kahkahaları ve birbirine
küfredercesine karışmış iğrenç şarkılar
almıştı.Karşıya geçecekti ama onun ölüm vadisiydi bu meydan.Vızır vızır
arabalar,öfke dolu gençler,ona iğrenerek bakan,içi yalanlarla dolu büyük et
yığınları.Yıllardır, hergün geçse de asla alışamamıştı bu işkenceye,o
gülüşmeler,içkiyle kızarmış suratlar, acısına bin ekliyordu.O da içiyordu uzun
zamandır ama yalnız ama sessiz.Tek gördüğü zihninde bir sima,kulaklarında
yankılanan cennetinin acı dolu sesi “Beni unutma”
Dalgaların, kayalıklara vurarak,
sahile sıçrattığı soğuk tuzlu suların kokusu, burnuna gelmeye
başlamıştı.İçindeyse biraz öfke, bolca özlem vardı.Aşık çiftler,sahil boyu
banklara yayılmış,buz gibi havada ısınmak için konservedeki balıklar gibi
içiçeydiler.Aldırmadan ilerlemeye devam etti.Ama peşinde onu takip eden minik
bir gölge belirmişti.Arkasından gelen, minik bir sokak köpeğiydi.İnsanların
mahvettiği doğada,ne kalacak yeri ne yiyecek ekmeği vardı.İnsanoğlu muhtaç
etmişti bu garip yavrucağı.Tıpkı onu ettikleri gibi..Ağır adımlarıyla yerdeki
çimenlerin üzerine oturmaya çalıştı.Yorulmuştu.Varacağı yere gelmişti ama son
kez dinlenmek istedi.Minik dostu, yalvaran muhtaç gözlerle ona
bakıyordu.Bembeyaz tüyleri,pislikten ve soğuktan topaklanmıştı.Adama yaklaştı
ve kolunun altına soktu ufak kafasını.Adam acılı bir şekilde gülümsedi ve iki
gündür cebinde duran bir parça ekmeği çıkarttı,ikiye bölmeye çalıştı ama
bayattı ekmek ufalanmaya başladı.Bundan da kuşlar nasibini alır belki deyip
ekmeğin kalanını minik dostuna uzattı.Belki bir hayvandı ama bir insanda
olmayacak minnet ve saygıyla adama bakıp teşekkür etti ve karnını doyurmaya
başladı.Adam ona bakıp düşünüyordu bir yandan da onun karnını
okşuyordu.”İnsandı doğayı kıran geçiren,insandı insanı kıran”
Ekmek bitmişti ama dostluk
bitmemişti.Minik dostuyla ağırdan kalkıp,kayalıklara ilerlediler.Tozbeyaz’ın
neşesi yerine gelmişti,hareketlenmişti.Adam düşmemek için binbir çaba
harcayarak,bir kayadan diğerine geçiyordu.Deniz ile arasında kalan son taş
parçasına ulaştığında,dalgalar suyu yüzüne vurup bağırdı”Git burdan”,ama adam
hiç oralı olmayıp sakince elini parkasının iç cebine daldırıp yamulmuş bir
sigara çıkardı.Kibritiyle tutuşturup ileriye doğru,sanki denizin içinde bişeyi
arar gibi dalıp gitti.Gözlerinden damlayan yaş,denizle birlik olup pis yüzünü
beyazlatmaya çalışıyordu.Diğer eliyse hala şişesindeydi.Buraya kadar bir türlü
bırakmamıştı.Kurumuş dudakları titreyerek kıpırdadı”Jennetim,keşke beni de
alsaydı bu engin sular,keşke beni de bulamasalardı seninle birlikte.Ne başına
gelip dua edeceğim kabrini bıraktılar ne gidebileceğim bir yer.Sadece bu dipsiz
sulara haykırmama izin verdiler güzel gözlüm.Seni bir ömür sevmeye yemin
ettim,ellerini bırakmamaya yemin ettim ama ellerin kayıp gitti benden.”Yusuf
cebinden bir kağıt parçası çıkardı.Her yanı yazılarıyla dolu,hiç boş yeri
yoktu.Gözlerindeki yaşlar artık kabından taşmıştı.Kağıdı burarak şişeye soktu
ve kapattı.Yolda bir kunduracıdan istediği iple şişenin ucunu bağladı.Etrafına
bakındı ve irice bir taş parçası buldu.Diğer ucunu da sıkı sıkıya taşa
bağladı.Artık şişe denizin üstünde yüzemezdi,dibe batacaktı.Mektubu,gitmesi
gereken yere gidecekti.Denizin derinliklerine.Cennet gözlüsü mektubunu
bulacaktı ve birgün gittiği yerden çıkacak,Yusuf’u alıp beraber gidecekti.
Yusuf,Tozbeyaz’a bakıp gülümsedi ve
taşla şişeyi ileriye doğru savurdu.Mektubu gözden kaybolmaya başlamıştı
bile.Son kez bakarak arkasını döndü ve sahile çıkmaya çalıştı.Bu gece de tekrar
karanlıkta kaybolacak,zamanı gelene değin Jennet’e mektup yollamaya ve
“gel”demesini bekleyecekti.
Çok değil belki bir sene önce herşey
o kadar güzeldiki.Sevdiği kadın,yuvası herşey hayal ettiği gibiydi.Sıradan ama
mutlu yaşamına gölge düşmesiyse gecikmemişti.Gökten zembile inen
bombalar,parçalanan vücutlar,kaçışan dostları,akrabaları.Yurduna savaş
düşmüştü.Jennet’ini bu felaketten kurtarmalıydı tek çaresi diğer aileler gibi
yola koyulmaktı.Eski vatanlarına dönmeye çalışacaklardı Türkiye’ye.Yaşadığı yer
artık bir yitik ülke olmuştu.Her yol kapalıydı,canlar yitiyordu
yollarda.Akrabalarıyla birlikte orta halli bir kayık bulmayı başarmışlardı.Yola
çıktıklarındaysa felaket yeni başlıyordu.Kayıklarının çürümüş ve parçalanmak
üzere olduğunu farkedememişlerdi bile can havliyle.Dua ediyorlardı ama
nafile.Geri dönemeyecek kadar uzaklaşmışlardı ve kayık bir anda paramparça
olmuştu.Eşi,dostu,en önemlisi de Jennet’i çığlık çığlığaydı.İyi yüzemiyordu ama
sevdiğinin batan ellerinde doğru ilerlemeye çalıştı.Kafası bile
gözükmüyordu,dalgalarsa herkesi hızlıca öldürmeye çalışıyordu.Dalgadan
kurtulduğunda cennet gözlü sevdiği artık görünmüyordu sadece birkaç kişi
kalmıştı suyun üzerinde.Hızlıca derin bir nefes alıp aşağıya doğru daldı,birkaç
dakika sonra tekrar ve tekrar ve tekrar..Jennet yoktu.Gözleri kararmıştı o da
onun yanına gidiyordu.
Deli gibi bir ses kulaklarını
çınlatıyor ve yüzünde birşeyler hissediyordu.Gözleri aralandı,bir sahil
güvenlik botundaydı.Ölmemişti.Hemen etrafına bakarak bağırmaya
başladı”Nerde!Jennet nerde!”.Oysa biliyordu,derinlerdeydi.Ama ya bedeni.İşte o
an aklını yitirmişti.Bedeni bulunamamıştı.Yusuf’u zorlukla sakinleştirip tekrar
uyuttular ve bot hızla sahile doğru gitmeye devam etti.Herşey için çok geçti.Artık
nefes aldığı heryer yitik bir kabus olacaktı.
Savaşın görünen yüzü sadece
televizyonu ve interneti süslüyordu.Oysa gerçek,milyonlarca masum
canın,yıllarca hizmet ettiği vatanından canını kurtarmak için yollara düştüğü
bir sürü öyküsüydü.Jennet ve Yusuf da bu hikayenin bir parçası olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder