9 Şubat 2016 Salı

YİTİK ADAM

YİTİK ADAM
Kaldırımlar yapayalnız,koskoca cadde,sokak lambalarının soluk ışığında güneşleniyor.Binalar da en az onun kadar yaşlı olmalıydı.Sanki ayakta duramayacaklar gibi birbirlerine kenetlenmiş,onlarca ruhsuz bina.Boyaları dökülmüş,ardından beyaz tüllerin salındığı,güneşin yaktığı tahta pencereleriyle,içlerindeki yaşamlar da solmanın eşiğinde olmalıydı.Rüzgar,cadde boyu bağıra bağıra koşuyordu.Parkasının rengi,yeşilden sarıya dönmüş,taşlaşmış ellerinde boş bir şarap şişesi taşıyan ve emeklercesine yürüyen,bu ne idiğü belirsiz adamın ağarmış sakallarını okşuyordu.Her köşe başından geçerken,adamın kırışmış yüzü aydınlanıyor ama gözlerinde bir zifir çalkalanıyordu.O kadar kısmıştı ki nerdeyse yeşil gözlerinde herkesten saklamak istediği bir sır vardı.Kırış kırış yüzündeki,aklanmış  tüm kılları ben burdayım diyordu.Rüzgarın da iteklemesini,düşmemek için kendine baston eylemişti.Ya küsmüştü aklına,yada küstürmüştüler yaşama.
Kurumuş  dudaklarıyla
,rüzgarın kulak çınlatan sesine,mırıldanarak sessiz cevaplar veriyordu.Muhakkak eski bir şarkı söylüyordu.Ancak sesini kendisi bile duymuyordu.Topraktan çıkmışcasına bedeniyle caddeyi geçerken,ruhu sanki yukardan kendisini çekiyordu,haykırıyordu “dayan”dercesine.Belki bir saat geçmişti,anca geçebilmişti bu unutulmuş yeri.Şimdi rüzgarın ıslığını, insanların kahkahaları ve birbirine küfredercesine karışmış  iğrenç şarkılar almıştı.Karşıya geçecekti ama onun ölüm vadisiydi bu meydan.Vızır vızır arabalar,öfke dolu gençler,ona iğrenerek bakan,içi yalanlarla dolu büyük et yığınları.Yıllardır, hergün geçse de asla alışamamıştı bu işkenceye,o gülüşmeler,içkiyle kızarmış suratlar, acısına bin ekliyordu.O da içiyordu uzun zamandır ama yalnız ama sessiz.Tek gördüğü zihninde bir sima,kulaklarında yankılanan cennetinin acı dolu sesi “Beni unutma”
Dalgaların, kayalıklara vurarak, sahile sıçrattığı soğuk tuzlu suların kokusu, burnuna gelmeye başlamıştı.İçindeyse biraz öfke, bolca özlem vardı.Aşık çiftler,sahil boyu banklara yayılmış,buz gibi havada ısınmak için konservedeki balıklar gibi içiçeydiler.Aldırmadan ilerlemeye devam etti.Ama peşinde onu takip eden minik bir gölge belirmişti.Arkasından gelen, minik bir sokak köpeğiydi.İnsanların mahvettiği doğada,ne kalacak yeri ne yiyecek ekmeği vardı.İnsanoğlu muhtaç etmişti bu garip yavrucağı.Tıpkı onu ettikleri gibi..Ağır adımlarıyla yerdeki çimenlerin üzerine oturmaya çalıştı.Yorulmuştu.Varacağı yere gelmişti ama son kez dinlenmek istedi.Minik dostu, yalvaran muhtaç gözlerle ona bakıyordu.Bembeyaz tüyleri,pislikten ve soğuktan topaklanmıştı.Adama yaklaştı ve kolunun altına soktu ufak kafasını.Adam acılı bir şekilde gülümsedi ve iki gündür cebinde duran bir parça ekmeği çıkarttı,ikiye bölmeye çalıştı ama bayattı ekmek ufalanmaya başladı.Bundan da kuşlar nasibini alır belki deyip ekmeğin kalanını minik dostuna uzattı.Belki bir hayvandı ama bir insanda olmayacak minnet ve saygıyla adama bakıp teşekkür etti ve karnını doyurmaya başladı.Adam ona bakıp düşünüyordu bir yandan da onun karnını okşuyordu.”İnsandı doğayı kıran geçiren,insandı insanı kıran”
Ekmek bitmişti ama dostluk bitmemişti.Minik dostuyla ağırdan kalkıp,kayalıklara ilerlediler.Tozbeyaz’ın neşesi yerine gelmişti,hareketlenmişti.Adam düşmemek için binbir çaba harcayarak,bir kayadan diğerine geçiyordu.Deniz ile arasında kalan son taş parçasına ulaştığında,dalgalar suyu yüzüne vurup bağırdı”Git burdan”,ama adam hiç oralı olmayıp sakince elini parkasının iç cebine daldırıp yamulmuş bir sigara çıkardı.Kibritiyle tutuşturup ileriye doğru,sanki denizin içinde bişeyi arar gibi dalıp gitti.Gözlerinden damlayan yaş,denizle birlik olup pis yüzünü beyazlatmaya çalışıyordu.Diğer eliyse hala şişesindeydi.Buraya kadar bir türlü bırakmamıştı.Kurumuş dudakları titreyerek kıpırdadı”Jennetim,keşke beni de alsaydı bu engin sular,keşke beni de bulamasalardı seninle birlikte.Ne başına gelip dua edeceğim kabrini bıraktılar ne gidebileceğim bir yer.Sadece bu dipsiz sulara haykırmama izin verdiler güzel gözlüm.Seni bir ömür sevmeye yemin ettim,ellerini bırakmamaya yemin ettim ama ellerin kayıp gitti benden.”Yusuf cebinden bir kağıt parçası çıkardı.Her yanı yazılarıyla dolu,hiç boş yeri yoktu.Gözlerindeki yaşlar artık kabından taşmıştı.Kağıdı burarak şişeye soktu ve kapattı.Yolda bir kunduracıdan istediği iple şişenin ucunu bağladı.Etrafına bakındı ve irice bir taş parçası buldu.Diğer ucunu da sıkı sıkıya taşa bağladı.Artık şişe denizin üstünde yüzemezdi,dibe batacaktı.Mektubu,gitmesi gereken yere gidecekti.Denizin derinliklerine.Cennet gözlüsü mektubunu bulacaktı ve birgün gittiği yerden çıkacak,Yusuf’u alıp beraber gidecekti.
Yusuf,Tozbeyaz’a bakıp gülümsedi ve taşla şişeyi ileriye doğru savurdu.Mektubu gözden kaybolmaya başlamıştı bile.Son kez bakarak arkasını döndü ve sahile çıkmaya çalıştı.Bu gece de tekrar karanlıkta kaybolacak,zamanı gelene değin Jennet’e mektup yollamaya ve “gel”demesini bekleyecekti.
Çok değil belki bir sene önce herşey o kadar güzeldiki.Sevdiği kadın,yuvası herşey hayal ettiği gibiydi.Sıradan ama mutlu yaşamına gölge düşmesiyse gecikmemişti.Gökten zembile inen bombalar,parçalanan vücutlar,kaçışan dostları,akrabaları.Yurduna savaş düşmüştü.Jennet’ini bu felaketten kurtarmalıydı tek çaresi diğer aileler gibi yola koyulmaktı.Eski vatanlarına dönmeye çalışacaklardı Türkiye’ye.Yaşadığı yer artık bir yitik ülke olmuştu.Her yol kapalıydı,canlar yitiyordu yollarda.Akrabalarıyla birlikte orta halli bir kayık bulmayı başarmışlardı.Yola çıktıklarındaysa felaket yeni başlıyordu.Kayıklarının çürümüş ve parçalanmak üzere olduğunu farkedememişlerdi bile can havliyle.Dua ediyorlardı ama nafile.Geri dönemeyecek kadar uzaklaşmışlardı ve kayık bir anda paramparça olmuştu.Eşi,dostu,en önemlisi de Jennet’i çığlık çığlığaydı.İyi yüzemiyordu ama sevdiğinin batan ellerinde doğru ilerlemeye çalıştı.Kafası bile gözükmüyordu,dalgalarsa herkesi hızlıca öldürmeye çalışıyordu.Dalgadan kurtulduğunda cennet gözlü sevdiği artık görünmüyordu sadece birkaç kişi kalmıştı suyun üzerinde.Hızlıca derin bir nefes alıp aşağıya doğru daldı,birkaç dakika sonra tekrar ve tekrar ve tekrar..Jennet yoktu.Gözleri kararmıştı o da onun yanına gidiyordu.
Deli gibi bir ses kulaklarını çınlatıyor ve yüzünde birşeyler hissediyordu.Gözleri aralandı,bir sahil güvenlik botundaydı.Ölmemişti.Hemen etrafına bakarak bağırmaya başladı”Nerde!Jennet nerde!”.Oysa biliyordu,derinlerdeydi.Ama ya bedeni.İşte o an aklını yitirmişti.Bedeni bulunamamıştı.Yusuf’u zorlukla sakinleştirip tekrar uyuttular ve bot hızla sahile doğru gitmeye devam etti.Herşey için çok geçti.Artık nefes aldığı heryer yitik bir kabus olacaktı.

Savaşın görünen yüzü sadece televizyonu ve interneti süslüyordu.Oysa gerçek,milyonlarca masum canın,yıllarca hizmet ettiği vatanından canını kurtarmak için yollara düştüğü bir sürü öyküsüydü.Jennet ve Yusuf da bu hikayenin bir parçası olmuştu.















                                                                                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder